5 Eylül 2012 Çarşamba

HAYATIN TILSIMI


Bir tılsımı olmalı hayatın. Genç kızların telefon bekleyişlerinde vardır o tılsım. Birbirleriyle fısıl fısıl konuşmalarında:
- Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti...
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki on altı, on yedi yaş konuşmaları... Hayatın tılsımı tıp tıp tıp attırır yüreklerini; kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.
* * *
Ya delikanlıların henüz bir yıllık tiryakiyken, efkârlı içtikleri ilk paket... Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama... Hayatın bir tılsımı vardır o “ama”da... Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine... Öylesine bakarlar ki, bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.
* * *
Genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içlerinde. Ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. Gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. Buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri...
* * *
Ya erkekler... Kaybetmeye görsünler o tılsımı. Rakı şişeleri biter de, doldurmaz o tılsımın boş bıraktığı yeri... Kumar bir tılsım dopingidir. Birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara...
* * *
Bir tarihte Monte Carlo’daydım. Pırlantalar içindeki ihtiyar kadınlar, sarkık gerdanlarıyla hayatlarının son tılsımını arıyorlardı yeşil çuhalarda...
Bir tılsımı olmalıdır hayatın, vazgeçilmez bir öfke gibi, zapt edilmeyen bir aşk aranışı gibi, kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi, bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi...
* * *
Böyle bir tılsım yoksa... İsteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı; bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını; bir şey demiyorsa sana Güney Amerika’nın Gerillosları; bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden... Bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.
* * *
Bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest’in... Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. Bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun... Bu tılsımda:
“Gel, gidip çekelim be”, vardır.
Bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
Bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan bir genç kızın bacaklarına hafifçe bakması vardır...
* * *
Cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden... Bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır tabutun içine... Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerinde... Ve çekersin içini:
- Hayat, dersin.
- Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek, dersin.
- Daha geçen hafta bizdeydi, dersin...
Hele tabut inerken mezara... Ne de zor gelir oraya inmesi!  Hele son kürek topraklar atılırken...
Bir ütü geçer tılsımın üzerinden...
* * *
Derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden; elenir pişmanlıklar, toplumun baskıları, ödenmeyen borç, gizli çapkınlığın vicdan azabı, küçülür de küçülür gözlerinde...
Yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı...
* * *
Çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.
Sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboy sen olursun.
Kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
Sonra dans edersin kumsallarda... Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Bir şeyler süzülür ve erir kıyılarda...
* * *
Yaşantının özündedir bu tılsım.
Bir defa kayboldu mu, sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. Bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde:
- Mıymıntı herif sen de...
* * *
Sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. Yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya...
Ve bilemedikleri bu hain oyunun içine düşünce kadınlar, nasıl da başlarlar şikayet etmeye...
- Ömrümü çürüttün...
- ...
-Eskiden böyle miydim ben...
- ...
- Öf aman ağırlığın çöküyor üstüme...
Bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. Bir el tutuşta şıraklayan bir şehvet kamçısı. Bir içten gelen övgü... Ve ılık ılık çözülürken, nazlanarak gerinmek isterler:
- Hişt olmaz şimdi...
* * *
Böyle bir tılsımı vardır hayatın. Bu tılsımla çekilir tetiği mavzerlerin. Bu tılsımla çıkılır dağlara. Bu tılsımla, haydi yürüyelim artık dersin, on binlere...
* * *
Bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bir pula satmamışsan, kızıp vurmuyorsan yumruğunu masaya ve bir zindan parmaklıklarına dokunmuyorsa ellerinin gölgesi ve bir de sevdiğin bir kadının çıplak omuzlarına... Ulan o zaman niçin geldin hayata?
Aybaşını düşünüp, bayramda tebrik yazmak için mi? Yoksa benim gibi, bir akşamın karanlığında, bir koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak, kendi kendine ağlar gibi gülümsemek için mi?

ÇETİN ALTAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder