20 Ocak 2012 Cuma

ORTAOKUL - OTOBİYOGRAFİ SERİSİ 2





  
    İlkokulun bitmesine son iki hafta kala taşındık. Eski ebeveynler için önemsizmişiz demek ki !  Kendi evimizden kendi evimize taşınıyoruz ve okulların kapanmasını  iki hafta bile beklememişler.  Şimdiki gibi servisler olmadığından, tüm tacizlere ve fordculara rağmen, otobüsle  okula gidip ilkokuldan mezun oldum. Çok kötü bir deneyimdi. Frijit olmamın temelleri atılıyordu. Hazır yeri gelmişken,  bir sohbet esnasında aynı espriyi yaptığım arkadaşlardan biri bunu ciddiye alıp, “peki çocukların nasıl oldu” diye zarifçe sormuştu !

     Neyse ki, artık Basın Sitesi isimli çok daha nezih bir semtteydik.Çoğunlukla gazetecilerin olduğu tek katlı bahçeli evler.Çok katlı sadece bizim oturduğumuz apartman vardı ...On sene oturduk  bu evde, üniversite ikinci sınıfa kadar.  
         Tek kötü tarafı yeni oluşan bir semt olması ve saat başı yalnız bazı istikametlere otobüsünün olmasıydı. En önemlisi etrafta hiç ortaokul yoktu. Burada tercih hakkı gibi bir lüksüm oldu ve ben tercihimi bir de  arkadaş edinme problemim olmasın diye eski ilkokuluma yakın olandan yana kullandım. Ama tercihimin yan etkisi, okula gidip gelirken 3 sene kullanacağım  muhteşem bir dik yokuş oldu. Bu yokuş takıntısının daha sonra bende hiç yokuşu olmayan Karşıyaka tutkusuna dönüşü başka bir yazı konusu olarak kalsın  
      Otobüs durağı okula yakın değildi, biraz yürüyorum ve çıkışta tam da mesai bitimi olduğundan inanılmaz kalabalık otobüsüme biniyorum. Tacizler devam tabii...Olabildiğince sakin yerlerde ve yaşlıların yanındayım.Şimdi olsa kesin susmaz, korkmaz ve olay çıkartırdım. Çünkü yaşıtlarımın başına daha ağırları geliyordu, görüyordum. Şimdiki çocuklar kazık kadar oluyorlar da hala servislerle gidip bir de servisteki müzikleri beğenmiyorlar, ne güzel yahu !!

    Sizler benim serzenişlerime aldırmayın,ben o zamanlar her şeye rağmen mutluydum.Ne diyordum, ilkokul 4.sınıfta gözlerim bozulmaya başladı. Bizimkiler gözlük takıntım olduğunu düşünüyorlar.Ortaokulda ciddi anlamda tahtayı göremiyordum artık.Boyum da uzamaya devam ediyordu, arka sıralarda oturmaya devam elbette.

    Ve ortaokul 1.sınıfta göz doktoruna gittik.Hiç unutmam, İzmir’in meşhur doktorlarından Halim Şima. O doktorun anneme ve babama attığı fırçayı hiçbirimiz unutmuyoruz, ben bile ürkmüştüm. Gözlerim  eksi birbuçuk olmuş ve doktor bizimkilere şiddetli bir hesap sordu. Eh tabii bizimkiler çok üzüldü ama nafile, artık düzelme şansı yoktu.Babam ondan sonra bana hep çok pahalı ve kaliteli gözlükler aldı. Artık gözlerimi camekandan sergiliyordum. Kimse taaa içlerine bakamıyordu. Ama müthiş bir olaydı gözlükle her tarafı net görebilmek. Biliyor musunuz, belki komik gelecek ama gözlük takmadan önce herkesin benim dünyayı gördüğüm gibi gördüğünü sanıyordum. Sanki yeniden doğmuştum. Son sıralarda oturan ben, artık tüm ayrıntıları görebiliyordum. Bu harikaydı. Gene her zamanki gibi bana göre vasat geçen bir üç yıl.  Arkadaşıma kopya verdiğim için yakalanmam da bu yıllarda oldu. Aynı cevapları yazmış sağolsun, keklik gibi yakalandık. Böyle olaylarda soğukkanlı olmayı da ilk orada  öğrendim
      NESRİN KIR isminde notu çok kıt bir türkçe öğretmenim vardı, kompozisyonlarımı çok beğenirdi. Tabii o zamanlar imla kurallarına ve cümlelerimdeki demokrasiye çok dikkat ederdim devrik (!)  olmasınlar diye. Bir gün, beni odasına çağırdı ve yazmaya devam etmemi istediğini söyledi.  O zamanlar fazla önemsemedim çünkü ortaokulda spora aşıktım ve spor öğretmeni olacaktım, bunun için de iyi yazmak gerekmiyordu. Üstelik  hala kısmen içine kapanık bir çocuktum. Ailem inanılmaz muhafazakardı, şu etraf için yaşayanlardan. Ben okuldan çıkınca,yanımda normal bir erkek arkadaşımla dahi otobüs durağına yürümeye çekinirdim. Gören olur da yanlış anlar diye. Babam duyar, kızar diye de korkardım. Evde dayak sistemi yok gibiydi ama ben babamdan çok korkardım. Annem çok kızdığında yemin ederdi döveceğim diye. Yemin benim için hala önemlidir, kolay kolay söylenmez, söylenince de mutlaka yapılır. Yemin etti mi de mutlaka yapardı. Ben de bu strese dayanamayıp yanına gider hadi döv de yeminin bitsin derdim. O da kıyamaz sırf yemini yerini bulsun  diye usulden vururdu popoma..

   Şimdi babama bana nasıl baskı yaptığını anlatıyorum da, “Çok cahilmişiz kızım, ben sana her zaman güvendim, erkek gibiydin, hep doğruyu, yanlışı kendin buldun ama etraftan çekiniyorduk “ diyor.  “Hem biz iyi bir eğitim alamadık, deden de bizi böyle yetiştirdi, şimdi pişmanım sana öyle davrandığıma” diye vicdan yapıyor. Ben de üzülüyorum. İşte, bütün bunlar beni sanırım biraz isyankar ve fevri yaptı. Şimdilerde kendi eksikliklerimi biliyor ve engellemeye çalışıyorum.Terapiste ihtiyaç yok, kendimden iyisini mi bulacağım.

    Ev ekonomisi öğretmenimiz vardı, GÜL DAKAOĞLU isimli, okulda yemek, kek, dikiş dersleri verirdi. Bakar mısınız?  Bizim zamanımızda ne faydalı dersler varmış. Şimdiki hamaratlığımı da bu derse bağlamalıyım galiba. Birgün herkes kek yaparken, ben de harıl harıl etrafa yayılan malzemeleri topluyordum. Dikkatini çekmiş, bütün sınıfa benim tertipliliğimi örnek göstermişti. İşte gene gaza geldim. Düzenlilik, tertip de buradan giriyor yaşantıma. Oysa kendi içimde düzenli ve  tertipli olmakla beraber evde hiç anneme yardım etmezdim. Evlenene kadar da bu alışkanlık  sürdü. Annem,  “Seni alan adam üç günün sonunda bize geri getirip bırakacak” derdi o zamanlar. Bence benim aileme karşı gösterdiğim bir çeşit tepki idi bu.

     Ha ! spora aşıktım demiştim ya; okulun atletizm takımındayım. Bir gün antremanda yüksek atlama çalışırken, ayak bileğimin üstüne düştüm ve sabaha kadar acısından ağladım. Sporu terkedip şimdilerde yaptığım sporu da severek yapmamam da buradan. Tabii spor akademisi de yattı bu arada.   Ne maymun iştahlıymışım ..



  Ortaokulda da kariyerlerim var tabii. Zaten her bayram programında banko şiir okuyan ben, şiir okuma yarışmasında O.V.KANIK’ın ezbere okuduğum İSTANBUL’U DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI şiiriyle birinci oldum. İşte şiir ve özellikle O.Veli sevgisi de buradan.

      Birincilik dedim de  çirkin ördek yavrusu ben, 10 yaşında  Manisa’nın Gölmarmara ilçesinde ( gülmek yok ama! ) karpuz güzeli seçilmiştim. Ama bunda gaza gelmek yok. Türkiye güzelliğine aday olacak kadar  salak değildim çok şükür, zaman zaman aynaya bakıyordum ve hiç beğenmiyordum karşımda duran çirozu. Muhtemelen şehirli olduğum için değişiklik olsun diye beni seçmişlerdi. Aslında hiç tevazulu değilimdir ama bazen böyle haddimi biliyorum işte. Evet gözlüklü ama hala zayıf ve boyu uzayan ben, orta sonlara doğru biraz daha genç kız oluyorum. Hiç ama hiç çekici ve güzel değilim. Belki sadece sevimli, o kadar. Alpaslan isimli sınıf arkadaşıma plotonik aşığım ama çocuk en yakın arkadaşım Ferhan’la ilgileniyor. Sınıfın en zengin ve yakışıklı çoçuğu Orgül de bana aşık ama yüz vermiyorum. Çünkü,çok şımarık. Biliyor musunuz,  gecen senelerde Alparslan’la karşılaştım çalıştığım firmanın önünde. O tanıdı beni, “Hiç değişmemişsin, aynı içten Selma’sın “ dedi. Çok ama çok mutlu oldum. Evlenmiş,eşi avukat, kendi inş.mühendisi olmuş. Eskilerden bir merhaba ....Ayaküstü....Kendimi iyi hissetim tüm gün. Yıllar öncesine gittim, benim duygularımı hiç belli etmediğim arkadaşlıklarıma....

    Orgül’e gelince... Yeni evlendiğim dönemde birgün kuzenimin eşi "Sana bir şey anlatacağım Selma" dedi. “Benim yakın bir arkadaşım var, eşinden ayrıldı. Çok sıkkın olduğu bir günde cüzdanından bir vesikalık resim -muhtemelen sınıf başkanı olduğu dönem not defterlerinden birinden edinmişti – çıkardı, 


   İşte abla bu kızı hiç unutamadım" dedi, çok şaşırdım. Sendin resimdeki.." demez mi? Hem hüzünlendim, hem mutlu oldum kendi adıma...

    Üç sene ortaokul yaşantısı teşekkür, taktirname ile böyle bitti işte.....

Geçmiş çocukluk günleri satırlara dökülünce yüreğimdeki bu sızı da nereden çıktı ?? 
DEVAMI VAR.....
sevgiyle...
 

2 yorum:

  1. evet efsane geri dönmüş:),devamını bekliyorum heyecanla...

    YanıtlaSil
  2. Sevgılı Emel, hemen bakıyorum bloguna tsk ler...

    YanıtlaSil